Depremden sonra Diyarbakır'da iki el tek nefes

-
Aa
+
a
a
a

Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kaya, Diyarbakır Tabip Odası Başkanı Dr. Elif Turan, yazar Nurcan Baysal, Yurttaşlık Derneği Koordinatörü Emel Kurma konuğumuz oluyor.

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
Depremden sonra Diyarbakır'da iki el tek nefes
 

Depremden sonra Diyarbakır'da iki el tek nefes

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)

Gürhan Ertür: Bugün dört konuğumuz var programımızda; Doktor Elif Turan Diyarbakır Tabip Odası Başkanı; Nurcan Baysal yazar; Emel Kurma Yurttaşlık Derneği Koordinatörü ve biraz sonra bağlanacak olan Mehmet Kaya Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı. Hoş geldiniz arkadaşlar programımıza. Merhabalar. 

Diyarbakır'ı ele alacağız. Çünkü depremin ilk saatlerinden itibaren dikkat çekici bir hızla Diyarbakır örgütlendi. Bir yandan kendi acısını dindirmeye çalışırken bir yandan da başta Adıyaman olmak üzere deprem bölgelerine destek olmaya devam ediyor. Bu iyi örneği yaygınlaştırabilmek amacıyla, kriz masasının yetkili iki ismini konuk ettik. Mehmet Kaya ve Doktor Elif Turan, Diyarbakır'ı iyi bilen ve deprem bölgelerinin çoğunu dolaşan Nurcan Baysal ve Emel Kurma, Hatay ve çevresinde idi. Onlar da gözlemlerini aktaracaklar. Mehmet Bey efendim sizi çok fazla meşgul etmemek için hemen size sormak istiyorum, güncel ve çok üzüldüğümüz bir hadisenin sanıyorum siz de içindeydiniz. Siz de şahit oldunuz. Bu Adıyaman'daki, HDP'nin kurmuş olduğu kriz masasına, Pazarcık ilçesinde kurulmuş olan kriz masasına bir müdahale olduğunu haberlerden öğrendik, bu konuda biraz bilgi verebilir misiniz bize lütfen?

Mehmet Kaya: Tabii, teşekkür ediyorum. İyi yayınlar diliyorum öncelikle. Biz de dün heyet olarak, buradaki Kent Koruma ve Dayanışma Platformu’nun belli temsilcileri ve Ticaret Sanayi Odası'nın meclisiyle birlikte Adıyaman Gölbaşı, Pazarcık, Maraş’ı tespit ve destek anlamında neler yapabiliriz diye ziyaret ettik. Önce Adıyaman'da Organize Sanayi Bölgesi’ndeki iş insanlarıyla toplantı yapıp başkan üzerinden çalışmalar yaptık. Ardından Pazarcık'ta iki tane gönüllü çalışan birimin olduğu söylendi onları da ziyaret ederek talepleri ile ilgili destek olmak için gittik. Tam oradayken gerçekten bu hoş olmayan durum gerçekleşti. Orada çok güzel bir gönüllü çalışması vardı. Doğrusu hem Diyarbakır'da hem çevre illerde gördüğümüz bu tür çalışmalar içerisinde en organize çalışan yapıydı diyebiliriz. İyi bir gönüllü çalışanı, iyi bir toplama sistemi ve sıraya giren talebini iletip çok kısa bir zamanda talebi karşılanan bölge vatandaşları vardı ama gerçekten hoş olmayan bir görüntüydü yaşanan. OHAL yetkisi kullanılarak biraz da bizim de önümüzde gerçekleşen, orayı tamamen, işte Kaymakamlığın kontrolüne almak istediği bir süreçti. Tabii biz çok uzun kalamadık. Oradan Maraş'a geçeceğimiz için erken ayrıldık, ama ben depremde şunu Diyarbakır örneğinden de yola çıkarak söyleyebilirim ki, bu tür işler çok yorucu, meşakkatli, gerçekten gönüllülük isteyen işler. Bunu emir komuta zinciri içerisinde yapma olanağımız yok. Bunu geçmiş depremlerde de gördük. Böyle gönüllü sistemler oturmuşken insanlar hem yardım getirme anlamında bir gönüllülük hem de doğru bir yapılandırma, ayrım yapmadan herkesin ulaşabileceği bu tür organizasyonlar yapıyorken bunun önüne geçmek çok akılcı değil. Doğrusu biz çok rahatsız olduk, çünkü Diyarbakır'da böyle bir organizasyonun neler yaptığını belki süre içerisinde anlatacağım sizlere. Ne kadar önemli olduğunu ve doğru çalıştığın zaman neleri engelleyebileceğini Diyarbakır'da görmüş bir yapıyız biz. Oradaki halkla da yaptığımız görüşmelerde, o oluşan koordinasyon biriminin çok kısa bir zaman içerisinde ve hemen hemen istediklerini bulabilecekleri bir merkez olduğunu ifade ettiler. Yani ancak şunu söyleyebilirim, inşallah bu akıl değişir de bu insanlar tekrar bu tür merkezlerin kurulmasına izin verirler. Şu an dağınık ve herkese ulaşamayan bir mekanizma var. Yani şu an diyebilirim ki bölgedeki köylerin büyük bir kısmına henüz hiçbir şey gitmiş değil. Mesela bu oradaki merkez, biraz bize öncesinde de brifing verdiler, en önemli çalışmalarından bir tanesi de küçük araçlarla köylerde de böyle küçük küçük birimler kurup oraya da yardım götürmeleri. Bu süreçte yaptıkları en değerli işlerden bir tanesi de o. Çünkü yolun bile olmadığı köylerden, merkezlerden bahsediyoruz. Onun için yani hakikaten üzüldüğümüz yanlış bir uygulama, umarım yanlıştan dönülür. Öyle diyeyim ancak. 

G.E.: Evet, Mehmet Bey anladığımız kadarıyla, hatta bizzat Kaymakam gelerek buranın kaymakamlığa devredilmesini istiyor. Peki sonradan olayın gelişmesi nasıl oldu? Şu anda kaymakamlık el koymuş vaziyette mi yoksa hala bir tartışma mı sürüyor? Çözülmüş de olabilir tabii. 

M.K.: Yani dün akşam itibariyle, henüz bugünle ilgili bir bilgi almadık, ama dün akşam itibariyle oranın gönüllülerinin büyük bir kısmının oradan çıkarıldığıyla ilgili bir bilgi geldi bize, biz de yoldaydık. Dün gece geç saatlerde Diyarbakır'a döndüğümüz için doğrusu tam olarak bilmiyorum, ama anladığım kadarıyla tamamen el konulup oradaki gönüllülerin çalışması engellenmiş diye biliyorum. 

G.E.: Evet efendim. Şimdi biraz da Diyarbakır'daki çalışmalardan bahsedebilir miyiz lütfen? 

M.K.: Evet. Biz Diyarbakır'da geçen yıl içerisinde kurduğumuz Kent Konseyi'nin bir sivil toplum modeli, Kent Koruma ve Dayanışma Platformu’nu kurmuştuk ve yapısal yapıyı güçlendirmeyle ilgili toplantılar yapılırken bir anda kendimizi depremin içerisinde bulduk. Deprem olur olmaz saat 05:30’da koordinasyon toplanıp, tabii elimizdeki bilgi ve gücü de biliyoruz, ilk yaptığımız iş odamızda kayıtlı üyelerimizin ellerindeki iş makinesi, ekskavatör gibi makinaları yıkılan binaların hemen üzerine gönderdik. Yani sabah 07:00’de diyebilirim ki hemen hemen hepsinin üzerinde çalışan gönüllü ekip ve iş makinaları hazırdı. Bu belki de bizim Diyarbakır'ın önemli şanslarından biriydi. Çünkü biliyorsunuz iki gün sonra ancak diğer illerde bu sisteme geçilebildi ki Adıyaman'a da iş makinelerinin önemli bir kısmını biz Diyarbakır'dan gönderdik. Diyarbakır'la ilgili süre, yani iş makinası ihtiyacı tamamlandıktan sonra gerisini hemen Adıyaman'a hızlı bir şekilde gönderdik. Ardından koordinasyonu burada toplayıp, koordinasyonda 84 tane farklı farklı sivil toplum aktörleri, iş insanları, iş camiasını temsil eden dernekler ve sendikalardan oluşan yapı var, hemen hemen kentin tabanına hitap eden önemli bir çoğunluktayız ve bu çoğunluk gelen bilgiler doğrultusunda hızlı bir şekilde koordinasyon kurduktan sonra neler yapılabilir bunu da  hızlı bir şekilde hayata geçirdik. İnsanların evlerine giremeyeceğinin farkındaydık. Özellikle iş makineleri enkazlarda canlı çıkarmaya çalışırken bizler de o kentte barınma ve aş sorunu olan insanlara kentin toplanma alanı olabilecek, okul, düğün salonu, fabrikalar, taziye evleri gibi yerlerin tamamını gönüllü bir şekilde açtırdık ve gerçekten insanlarımız bu konuda önemli bir duyarlılık gösterdiler. Tabii bunun sebeplerinden en önemlisi de sivil toplumun tüm kesimle bir diyaloğunun olması, bir görüşme gücü ve ikna kabiliyetinin olmasından kaynaklanıyordu, yani sonuçta bir buçuk milyonluk kent merkezinden bahsediyorum. Bir buçuk milyona yakın bir nüfus, bir hafta boyunca evlerine gidemeyip yakınsala, işte düşük katlı evlere, onu da bulamayanlar ki tahminimiz 250.000 civarında insan... Daha sonra AFAD ve valilikle birlikte oluşturduğumuz, kamu okullarını da içine katarak insanların bu merkezlerde barınmaları ve aş almalarıyla ilgili sistemi hemen birinci günün akşamında kurduk. Gerçekten birinci günün akşamı diyebilirim ki Diyarbakır'ımızda dışarıda insan yoktu. Herkes bir şekilde bir yerde barınmış ve sıcak aşa kavuşmuştu. Bu gerçekten bizim de çok çok takdir ettiğimiz bir durum. Tabii ki buna kapısını açan işletmelerimiz, insanlarımız vardı. İkinci gün bu biraz daha gelişti. Ben şeye benzetiyorum; kent bir yerde tam pansiyon otele döndü, tamamı. Yani insanlar, restoranlarda, işletmelerde gidip karınlarını ücretsiz bir şekilde doyurdu. Bizim odamızda bile 500’e yakın insan gelip burada kaldılar yüksek katlı olmadığı için. Kent tamamen buna döndü. Yani gönüllü bir şekilde oluştu, inanın, ilk iki-üç gün bunların yemek sorununu bile tamamen gönüllüler karşıladı. Biz tamamen işin organizasyonundaydık. Oda’ya insanlar gelip “ben de bin tane yemeği şurada hazırlıyorum, ben beş bin tane burada hazırlıyorum” diyerek bu sürece katkı koydu. Kentin bu gönüllü duruşu daha fazla gönüllü olmasını tetikledi. Yani herkes durduğu yerde ne yapabilirimle ilgili bir çalışma içerisinde geçti bizi. Bu gerçekten bizim de kentte son dönemlerde, diyebilirim ki yakaladığımız en önemli ivmelerden ve gerçekten ders alınabilecek, model oluşturulabilecek bir yapıydı. Eğer insana güven verirseniz, insana dokunursanız ve yaptıklarınızı şeffaf bir şekilde sunarsanız herkes bir şekilde bu işe katkı koymakla ilgili hemen gönüllü olabiliyor ve işin yerine ulaştığını da gördükleri zaman olabiliyor ve işin iyi tarafı yararlanan insanlarımız da bu işte duyarlı hale geliyor. Ne demek istiyorum, yani bir hafta bu şekilde insanlar okullarda, düğün salonlarında, fabrikalarda kaldıktan sonra e-devlet üzerinden girdiklerinde oturdukları konutun sağlam olduğunu görenler, hemen o alandan çekilip evlerine yerleştiler ve belki de fark etmişsinizdir biz de bunun tarihini Pazar olarak koyduk. Koordinasyonda dedik ki, “Pazar gününe kadar evleri normal olan insanlar lütfen evlerine gitsin.” O işletmeler de kendilerini hazır hale getirsinler. İnsanlar hiçbir sorun çıkarmadan evlerine gittiler, teşekkür ederek çıktılar. Biz şimdi biraz onun geri dönüşlerini de çalışıyoruz. Bu insanlar şu güveni almışlardı; ya arkadaş yine bir durum oluşursa ben bu kapıyı rahatlıkla çalabilirim. Bu anlamda bizim de bu çalışmadan bir rapor ve bir ders çıkarmamız ve bunun olabilirliğini de her kesimde göstermemiz gerekiyor. Bakın Türkiye'de tabii ki Diyarbakır depremi, bir Adıyaman, bir Maraş bir Hatay gibi değil. Bunu kabul ediyorum ama sonuçta bu deprem de bu ülkenin önemli bir gerçeği. Her an kapımızı çalabilecek bir gerçek. Bu tür organizasyonları yapacak yapıları kurmak ve harekete geçirmek gerek. Yani iş makinelerini  bir deprem anında harekete geçirmek çok zor olmasa gerek, kayıtlıdır bu makineler. Bu çalışmalarda, biz de iki şeyin çok önemli olduğunu gördük. Bir, evet, harekete geçmesi gereken makine aksamı ve bir gönüllü yapısının olması. İki, kesinlikle bu işlerde kentin tamamını içine koyacağımız bir sistem geliştirmeniz. Sadece dışarıdan destekle veya bir bürokrasi süreciyle bu işleri düzeltmek gerçekten çok zor. Çünkü her zaman bir risk oluşturuyor. Bazen topladığımız insanlarda bir bulaşıcı hastalık riski belki de o barınma riskinden daha tehlikeli olabiliyor. İşte burada sizin tüm paydaşlarınız; Tabip Odası'ndan tutun, işte Elif Hanım da orada belki bu konuda daha detaylı bilgi verir, TMOB'una kadar, iş camiasına kadar her kesim olunca siz de herkese ve her yapıya dokunup harekete geçirebiliyorsunuz. Kent konseyleri bu anlamda belki de bu iş için dizayn edilebilir. Diyarbakır'da doğrusu biz bunu bugüne kadar oldukça iyi bir şekilde getirdik. Evet bugünden sonra önümüzde bir geçici barınma ve süreç içerisinde kalıcı konaklama gibi daha önemli sorunların olduğunun farkındayız. Bir de tabii ki Diyarbakır'da şu an 400 civarında ağır hasarlı bina var, ama bunun artacağını tahmin ediyoruz. Bunların yıkılması, bu insanların işte en son dönemlerde kira yüksekliklerinden bahsediliyor, geçici barınma ihtiyacının giderilmesi, kalıcı konutlara kavuşulması da bence yine dışarıdan tek bir akılla veya kent kentin aklını kapmadan bir yöntem geliştirmek yerine kent paydaşlarını katacak yöntemlerin gerçekten toplumsal memnuniyeti yaratma anlamında da çok önemli olduğunu söyleyebilirim. Bu kentte bir gazetecinin sözüyle müsaade ederseniz tamamlayayım. 

Bir gazeteci arkadaşımız depremin üçüncü gününde, “Ya Başkan” dedi ,“Biz eskiden böyle depremlerde, selde falan sokağa çıktığımızda insanlar, herkes sorun anlatırdı; devlet nerede, bu nerede, bu nerede diye sıkıntı yaratırdı. Ben bu kadar geziyorum, Diyarbakır'da henüz böyle bir şikayette bulunan insana rastlamadım. Bu hakikaten beni şaşırttı” demişti. Demek ki insanlarımıza bir şekilde doğru yöntemler ve çalışmalar yaparsanız, insanlarımız da bunun bir şekilde teşekkürünü, övgüsünü de söyleyebiliyor, deyip şimdilik noktalayalım. 

"Diyarbakır'da bu kadar başarılı bir organizasyonun oluşmasında çalışmaların ve birlikteliklerin çok önemi var"

G.E.: Evet Mehmet Bey çok teşekkür ederiz. Bu arada Nurcan Baysal bir not paylaştı. Merkez, Kaymakamlığa geçmiş. Kahramanmaraş Pazarcık ilçesinde. Yani sizin anlattıklarınız son derece önemli. Aynı zamanda, valilikle bile, o kadar büyük problemler yaşanan valilikle bile ortak bir çalışmanın başlatılmış olması gerçekten ancak Diyarbakır gibi son derece deneyimli, dayanışmanın da çok yüksek olduğu kentlerde gerçekleşebiliyor diye düşünüyorum. Evet biz sizi fazla tutmayayım efendim. Çok meşgulsünüz. Çok çok teşekkür ederiz ve kolaylıklar diliyoruz. Şimdi hemen Elif Turan Hanım'la görüşmeye başlayalım. Diyarbakır Tabip Odası başkanı. Elif Hanım bildiğimiz kadarıyla Diyarbakır aynı zamanda çevre il ve ilçelere de destek oluyor. Zaten Mehmet Bey de bunu ifade etti. Siz özellikle sağlık açısından neler söylemek istersiniz? Ayrıca Diyarbakır'da oluşturulmuş olan bu dayanışmanın çok yüksek oranda gerçekleştiği kriz masası hakkında da söyleyeceklerinizi dinlemek isteriz. Elvan Cantekin'in de hemen bir sorusu var. O soruyu da alalım, ondan sonra sizi dinlemeye başlayacağız. 

Elvan Cantekin: Evet Gürhan, esasında benim sorum senin son söylediğinle bağlantılı. Diyarbakır'da bu kadar başarılı bir organizasyonun oluşmasında daha önce, yani afet öncesinde yapılan birtakım çalışmaların, oluşturulan birlikteliklerin çok önemi var. O konuda da biraz bilgi verir misiniz? Niye Diyarbakır'da oldu bu ama diğer illerde bunu aynı başarıyla gerçekleştiremedik? Bu konuda sizden o bilgiyi de alabilirsek sevinirim. 

G.E.: Evet Elif Hanım söz sizde, buyurun.

Elif Turan: Sorunuzla başlayalım önce, Diyarbakır'da sivil toplum kültürü her ne kadar, mesela biz Diyarbakır Tabip odası ya da baro ya da meslek örgütü olsak da kamu kurumu niteliğinde bunlar. Bir de tabii burada toplumsal sorumluluklarımız da var bu yüzden sivil toplum olarak da güçlü Diyarbakır. Sadece bu depremde değil her kaotik dönemde birlikteliği sağlamış ve buna yönelik çözümler de üretmiştir Diyarbakır'daki sivil toplum örgütleri. Bunu pandemi döneminde de hatırlarsanız, normalde bizim İl Hıfzıssıhha kurullarında olmamız gerekirken bizleri çağırmayıp işte kendileri karar alıp sonra bu kararları da bizlere sizler de imzalayın diye koydular. Biz defalarca il pandemi kurullarına dahil olmak istiyoruz dememize rağmen bu taleplerimiz reddedilmişti. Diyarbakır'da çünkü biliyorsunuz aşı oranlarımız düşüktü, burada da ciddi sorunlara yol açıyordu bu problemler, pandemi döneminde de. Sivil toplum pandemi koordinasyonumuzu oluşturmuştuk o zaman da. Daha sonra biliyorsunuz burada Belediyeler, yerel yönetimler kayyumla yönetildiği için sivil toplumla da ilişki geliştirmiyorlar. Bizler de kent konseyi benzeri bir yapıyı işte bu kent koruma ve dayanışma platformu olarak oluşturduk. Kentteki bütün sivil toplum örgütleriyle bir araya geldik. Mehmet Bey zaten söyledi, çok detaylandırmayacağım. İşte bu yüzden Diyarbakır'da daha organize gidebildik, ki deprem bölgesi olmamıza rağmen, belki Adıyaman ve Maraş gibi çok ciddi etkilenmedik ama burada da yaşamını yitiren insanlar oldu. Depremden etkilenen çok sayıda yurttaşımız var ama o koordinasyonu hemen sağlayabildik, ki bizler de bir travma atlatmamıza, o depremi yaşamamıza rağmen, işte ne yazık ki diğer illerde bunu sağlayamadık. Biraz Diyarbakır'dan destek sunmaya çalıştık. Çünkü biz burada mesela Diyarbakır Tabip Odası olarak, Adıyaman Tabip Odası'na desteğe gittik. İşte, TMOB üyeleri buradan gitti, o koordinasyonu oluşturup en azından orada TTB'yle TMOB'la Keskin'le birlikte bir dayanışma sergilemeye çalıştık. Yani özellikle Adıyaman ve Maraş'ı en azından Diyarbakır'dan organize etmeye çalıştık. Bu mesela, kayyum atanma meselesinde de arkadaşlarımızla görüştüm. İşte kendileri oradayken, çıkın burada koordinasyonu artık biz sağlayacağız, siz bizimle çalışacaksınız demişler. Bizim denetimimizde olacak diye. Tabii arkadaşlarımız oradan çıkıp çadırlara gitmek zorunda kalmışlardı. Şimdi birlikte çadırda faaliyetlerine devam ediyorlar. Diyarbakır'ın sivil toplum kültürünün güçlü olması, dayanışma, toplumsallaşmanın olmasından kaynaklı belki biz biraz daha yaralarımızı hızlı sarabildik. Diyarbakır Tabip Odası olarak ben de, hani belki hekim refleksi, yardıma ihtiyaç varsa, bir hasta varsa ona koşarsınız ya, hemen İl Sağlık Müdürü'nü ve 112 komutadan sorumlu hekim arkadaşımızı arayıp bizler de oluşacak bir kriz masasında dahil olmak isteriz, sizlerle koordineli gidelim, dedim. Çünkü bu işin bir ayağı da sizlersiniz ve Diyarbakır Tabip odası olarak da hekim meslek örgütleri olarak da bu işte sahada olabiliriz. “İhtiyaç olursa haberdar ederiz” diye bir cevap aldık, ama dahil edilmedik. Ama tabii biz sivil toplum olarak zaten kriz masamızı oluşturmuştuk. Çünkü hemen depremden sonra bir araya geldik ve devam ettik. 

E.C.: Elif Hanım şu noktada bir soru sormak istiyorum. Diyarbakır'ın afete müdahale planında, ki her ilde bu planların yapılması zorunlu, Tabip Odası yer almıyor mu? 

E.T.: Ya normalde yer almamız gerekiyor aslında. Hani biz de sonuçta kamu kurumu niteliğinde bir meslek örgütüyüz, anayasal bir kurumuz ama genelde bir şeyler olunca kararlar bize iletiliyor sadece. Bizleri dahil edip çözüm üretmekten ziyade, daha çok işte kararlar alındığında bize iletiliyor. Bu hep böyle ilerliyor. Biz dün Halk Sağlığı Müdürlüğü’yle konuştuğumuzda bir önceki gün İl Hıfzıssıhha Kurulu'nun toplandığını söyledi. Kendilerine de söyledim, normalde bizim de o kurulda olmamız gerekiyor, alınan kararlarda bizim de söz söylememiz gerekiyor diye, ama bizler çağırılmıyoruz ne yazık ki. Daha çok serbest çalışan bir hekim çağırılıp, çünkü bir hekimin de olması gerekiyor, öyle yürütülüyor. Ne yazık ki bunu da defalarca söyledik. Biz koordineli çalışmalıyız; sonuçta amacımız burada insan yaşamını kurtarmak, insan hayatına dokunmak. Bundan dolayı da hani biz üstümüze ne düşerse yapmaya hazır olduğumuzu her seferinde dile getiriyoruz. Evet depremden sonra da, bir problem olduğunda da Sağlık Müdürlüğü’yle iletişime geçiyorduk, ama tabii kriz masasında olmayınca, birlikte çalışmayınca ister istemez çok da fazla koordineli olamıyoruz.

E.C.: Pardon şuradan anlamaya çalıştığım şey şu; siz esasında gönüllü olarak meslek odasına bağlı olan doktorlar, o çatı altında gönüllü olarak çalışıyorsunuz, ama birileri karar alıyor ve size o karara gönüllü olarak uymanız isteniyor, yanlış mı anlıyorum? 

E.T.: Yani İl Hıfzıssıhha Kurullarında alınan kararlar, biz orada olamadığımız için, “işte biz bu kararları aldık” diye bize haber veriliyor, öyle oluyor. 

G.E.: Evet Türk Tabipler Birliği Türkiye çapında AFAD tarafından ve afet müdahale planı açısından muhatap alınmayan en güçlü kuruluşlardan birisi maalesef, böyle yani. TMOB da aynı şekilde mimar ve mühendisler odası da. Nurcan sen bir şey söyleyecektin. 

Nurcan Baysal: Aslında ben orada bir şey eklemek istiyorum. Çünkü Elif ve Mehmet Bey tabii kibarlıklarından, çok çok nazik oldukları için, aslında benim gördüğüm durum biraz şöyle bir şey, yani sivil toplum orada o kadar hızlı, devletten hızlı bir şekilde koordine oldu ki biraz da o yüzden karışmıyorlar, karışamıyorlar gibi bir durum var yani. Şöyle söyleyeyim, çok hızlı bir araya geldiler, çok hızlı koordinasyonu oluşturdular ve hani bu noktadan sonra devletin hadi ben bütün 84 sivil toplum örgütünün oluşturduğu koordinasyonun kapısına kilit vuruyorum demesi sanki biraz zordu gibime geliyor. Yani benim gözlemim bu oldu. Yoksa Diyarbakır'da bir kriz koordinasyon merkezi var 84 sivil toplum örgütünün oluşturduğu, bir de devletin kriz masası var, yani normalde böyle bir sürecin içerisinde belki bu kadar hızlı koordine olmasalardı devlet kurumları birlikte çalışır mıydı? Zaten, yine çok birlikte çalışmıyor ama gölge etmiyor. Öyle söyleyeyim. Hani biraz benim gözlemim, bilmiyorum, yanlışsam lütfen Elif düzelt. Yani sivil toplumun gücünü görünce, ne kadar hızlı davrandıklarını görünce artık müdahale etmeleri bir tık zorlaştı gibime geldi. 

G.E.: Evet. Şimdi kısa bir müzik arası vereceğiz, iki dakikalık, üç dakikalık. Ondan sonra programımıza devam edeceğiz ve ilk söz de Emel Kurma'da olacak. 

95.0 Açık Radyo’da, Altın Saatler, özel deprem programındayız. Konuklarımız Doktor Elif Turan, Nurcan Baysal ve Emel Kurma. Biraz önce Mehmet Kaya Bey'le görüştük. Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı, ondan ön bilgileri aldık. Evet şimdi söz Emel Kurma’da. 

E.K.: Kolay geçmeyecek bir şey hepimize geçmiş olsun. Şimdi Diyarbakır'ı dinlerken tabii feyz alınacak çok fazla şey var. Savunacağımız birçok toplumsal güçlenmenin ne kadar önemli olduğuna dair somut örneği, somut sonucunu görüyoruz Diyarbakır kriz koordinasyon masasının teşekkülünde, çalışmasında. Fakat Mehmet Kaya Bey bir şeyden daha bahsetti. Ben onun altını çizmek istiyorum, bir kriz koordinasyonun sadece kendi içinde örgütlenmesinden ileriye giden bir adım. Bence bunu da tespit teşhis etmek çok önemli, bu bana işte internetin, Twitter'ın şunun bunun olmadığı zamanda ‘99 Marmara depreminde de toplumsal örgütlenmenin hızlı ve güçlü bir şekilde cereyan edebildiği, yaratılabildiği bir şeyi daha hatırlattı; risk koordinasyon merkezi, Diyarbakır'daki, sadece kendi çalışmasını örgütlemenin dışında, alanı ziyaret ederek başka kim nerede, nasıl örgütlendi, bunu tespite çıktığını duyduk. Yani yakında civarda kim var? ‘99 depremiyle ilgili kurduğum bağlantı da bu ve sahada çok zayıf gördüğüm, yani ben sadece dört günlüğüne, işte 11-15 Şubat mı oluyor, Antakya'da, Hatay, Samandağ civarındaydım arkadaşlarımızla. Kriz Koordinasyon Merkezleri'nin sivil, resmi, gönüllü, memur fark etmez birbirleriyle irtibat halinde olmaları hayati, çünkü sizde olmayan, bir yerde olmayan, bir yere yakın olmayanın diğerine hemen hızla sevk edilmesi mümkün oluyor böylece. Mehmet Kaya Bey'in bahsettiği, bu alanda ziyaret yapmak, şurada yakında bizde bu var, uzakta şu var, onlar nelerle meşgul, onların ne ihtiyacı var, bizim onlara bir desteğimiz olur mu, onlardan bize sevk edilen bir şey olur mu, veya bizden istenen... Şimdi bu da bir merkezin kendi içinde örgütlenmesi kadar diğerleriyle haberdar olmasıyla, ancak bir ağ olarak örgütlenince oluyor. Kendini kuran nüvelerin birbirleriyle haberleşebilmesiyle yürüyor ve bu eksiklik; bir sivil toplum alanının dümdüz edilmesi diyeyim. Son on yılda, Gezi hareketinden bu yana… Bu aynı zamanda toplumsal güveni de zedeleyici bir şey, çünkü güven en büyük kaynağımız. Tabii ki emir komutayla yapılabilen işler var. Ama gönüllü olarak bu şekilde organize olabilen bir toplumsal mobilizasyon seferberlik kaynağını heder eden bir idari yaklaşımın da bizzat kamu yararının tersine çalıştığını ben bu depremde görüyorum. Bu acı ve hepimizi yerle yeksan eden bu şeyde görüyorum maalesef. İdarenin iyi çalışabilmesi için toplumun güçlü olması, örgütlü olması lazım. Hani idareyi kamu yararına çalışabilecek, derli toplu halde kendisini düzenlemesini sağlayacak şey de toplumsal güç. Hem baskı hem ilham hem terbiye hem yönlendirmek olarak. Kamu biziz, kamu halk, kamu ahali. Engellenmediğinde, tırpanlanmadığında, işte ne diyelim boğazı sıkıştırılmadığında, kısıtlanmadığında toplumun böyle bir gücü var. Bu tecrübeyi bu bilgiyi hatırlattı bana. Diyarbakır koordinasyon masasının kendi içinde örgütlenmesi olduğu kadar civarda kimler ne yapıyor, bu konuda bilgilenmesi ve diğer birimlerle haberleşmeye, yardımlaşmaya, koordinasyona da açık olması. Bu Antakya'da henüz, yani salı günü akşamı itibariyle henüz görmeye başlamadığımız bir şeydi. 

G.E.: Evet, Emel çok teşekkürler, Nurcan. 

Nurcan Baysal: Emel'in söylediğine bir şey eklemek istiyorum. Diyarbakır Koordinasyon Merkezi'nin tüm deprem bölgesinde, on ilde aynı zamanda temsilcileri var şu an. Yani bütün diğer illerde ne ihtiyaç varsa Diyarbakır Koordinasyon Merkezi’ne geliyor. Örneğin ben bugün Adıyaman'a kuru gıdayı Diyarbakır Koordinasyon Merkezi aracılığıyla yolluyorum. Yani şöyle bir şey var, aslında Emel'in söylediği bence çok önemli bir şey, o kadar şu an devlet kurumlarına güven zedelenmiş durumda ki… Benimle irtibata geçen herkes şey diyor; “Nurcan bir şeyler yollayacağız ama işte AFAD olmasın istiyoruz. Bir de yerine ulaşsın ne yapabiliriz?” Ben mesela Pazarcık'taki merkezi son bir hafta bayağı kullanmıştım, çünkü köylere direkt götürüyordu. Bu kapatılan, yani kapatılan demeyeyim daha doğrusu el konulan Cemevi. Biz Cemevi’nin bahçesinde bir aracı park ederek onun içinde kaldık, yani o akşam Cemevi’ndeydim. 200’e yakın gönüllü çok acayip, sistemli bir şekilde çalışıyorlardı ve çok önemli bir şey, köylere götürüyorlardı. Çünkü mesela ben Davutlar köyüne falan gittim. 15-20’ye yakın ölü vardı Davutlar köyünde ve bunun gibi bir sürü köyde bir sürü ölü vardı ve hala ulaşılamamıştı. O nedenle de acayip iyi bir hizmetti. Oradan küçük araçları nakledip köylere götürüyorlardı. Yani bu gerçekten aslında inanılmaz bir şey. Emel'in tam da söylediği gibi kamu biziz ve kamu yararına aykırı bir durum var şu an. Belki onu sürekli şu dönemlerde vurgulamak lazım. Ben çok kısa Gürhan bir iki dakika iznin isterim. Yani burada biz aslında sivil toplumun ne kadar önemli olduğunu Diyarbakır örneğinden bir kez daha görüyoruz. Özellikle 2000’li yıllara baktığımız zaman, işte Kürt hareketinin bölge belediyelerini yönetmeye başlaması, sivil topluma açılan ana alan kadın erkek eşitliği, ekoloji, çok dilli belediyecilik söylemleri doksanlara göre göreceli rahatlık ve özgürlük ve sivil topluma canlılık getirmişti. Bu öyle bir canlılıktı ki aslında Kürt coğrafyasının bölgenin hemen her tarafında gençlik, kadın, çocuk, insan hakları, ekoloji, her tür derneğe rastlamak mümkündü ve çoğu zaman da bu dernekler eş başkanlara sahiptiler ve aynı zamanda da kamuyla, işte belediyelerle falan protokoller yapabiliyorlardı. Mesela 2010 ortalarında, Elif de hatırlayacaktır, Diyarbakır engeller meclisi büyükşehir belediyesiyle kent tasarımına ilişkin protokoller yapıyordu. Yani 2010’dan itibaren böyle bir sivil toplum örgütlülüğü vardı ve bu sivil toplum örgütlülüğüne işte hepimizin bildiği gibi 2015-2016’dan sonra çıkarılan KHK'larla tamamen ket vuruldu. Onca yıllık birikimi, üç yapı da yok edildi aslında. Yani Diyarbakır'da neredeyse işleyen derneklerin çoğu kapatıldı. Türkiye geneline baktığımız zaman 1419 STK kapatılmış. Bunun tam hatırlamıyorum ama belki Elif düzeltir, hani 300’e yakını bölgedeydi diye hatırlıyorum, ama bölgede de en etkin STK'lar kapatıldı ve şimdi mesela ben bugün onu düşünüyorum, eğer bu STK'lar kapatılmamış olsaydı bugün hala biz bu durumda mı olacaktık? Muhtemelen olmayacaktık. Osman Kavala gibi insanlar içeride olmasaydı, ben mesela deprem yaşandığından beri bunu düşünüyorum. Dışarıda olsaydı neler yapabileceklerdi ki Van depreminde birlikte çalışmıştık. Bunu biliyoruz. Hemen deprem alanında olup örgütlenmeye geçeceklerdi. Yani sivil topluma yapılan o artık darbe mi diyelim, bugün biz aslında bunun yarattığı olumsuz sonuçlarla da uğraşıyoruz. Çünkü Adıyaman'da yok sivil toplum şu an. Ne yapacağız? Şimdi ben mesela sabahtan beri Adıyaman'dayım, kim var? Çocuk çadırları nasıl açılabilir? Diyarbakır'daki derneklerle konuşuyorum Adıyaman'a girip çocuk çadırlarını açabilir misiniz, Antep'tekiyle konuşuyorum, Islahiye ve Nur Dağı’nı da açabilir misiniz diye, çünkü yok, çünkü kalmadı. Yani burada biz aslında sivil toplumun tekrar ne kadar elzem bir şey olduğunu görmüş oluyoruz. Diyarbakır her şeye rağmen sivil toplum kültürünün çok güçlü olduğu bir yer. Yani bütün dernekler kapatıldı, ama işte ne oldu? Bir yıl sonra işte Roza Kadın Derneği kuruldu. Bir yıl sonra Rengarenk kuruldu. Hani Diyarbakır'da hala o kültür olduğu için insanlar ufak tefek de olsa tekrar kurmaya, tekrar sivil toplum filizlenmeye başladı Diyarbakır'da. Eski gücünde tabii ki değil. Bölge geneline baktığımız zaman sivil toplum neredeyse kalmadı. Biz bugün bunun sıkıntısını çekiyoruz. Çünkü sivil toplum çok daha hızlı karar alıyor. Hızlıca olay yerinde oluyor. Ben üçüncü gün Adıyaman'a gittim, hala Diyarbakır'dan yollanan vinçler, kamyonlar duruyorlardı ve Adıyaman'a ikinci gün girmişler, hala insan bekliyorlardı. Çünkü kamu demiş ki bekleyin bizi. Üç gün geçmiş. insanlar çıldırmak üzereydi. Çünkü kamudan herkes bir şekilde emir bekliyor. Yani kamu şu an kendisi yapması gerekeni yapmadığı gibi aynı zamanda gelen gönüllüler, sivil toplum, iş dünyası, şirketler bütün bunların bir dolu imkanını da bekletiyor. En azından Adıyaman'da benim üçüncü gün gördüğüm oydu. Herkes birbirine bakıyor, ne yapacağını bilmiyor falan böyle bir acayip kargaşa. Bu kargaşanın içerisinde işte bakıyorsunuz gönüllülerin örgütlediği Pazarcık gibi minik minik yerler, minik minik Cemevleri o insanlara umut veriyordu. Ben de o Cemevi üzerinden biliyorum pek çok köye gidildi. Belki bu vesileyle sivil toplumun önemine tekrar tekrar dikkat çekmek çok önemli diye düşünüyorum. 

"Biz yaşam kurtarmak istiyoruz"

G.E.: Çok teşekkürler Nurcan. Evet Elif Hanım özellikle Diyarbakır'daki kriz merkezinizin ihtiyaçlarını biraz konuşabiliriz. Ayrıca siz bildiğim kadarıyla maddi bağışlar konusunda da birden fazla yöntem geliştirdiniz. Buna ilişkin bilgileri de paylaşırsanız seviniriz. 

E.T.: Evet şu an hem Diyarbakır'a hem de çevre illere buradan destek göndermeye çalışıyoruz. Biliyorsunuz kış mevsimi ve Diyarbakır'da da bölgede de çok çetin geçiyor. Yani çok soğuk oluyor, yağışlar oluyor, hatta biz enkaz altında kalanlar için artık şey endişesi yürütüyorduk; eğer travmaya bağlı bir sıkıntı yoksa bile donma tehlikesi geçiriyor olabilir diye. Çadır kentleri gezdiğimizde de ısınma problemi olduğunu gördük. Bu yüzden şu an için elzem ihtiyaç duyabileceğimiz işte battaniye, ısıtıcı, kışlık giysiler… Tabii hijyenik malzemeler, özellikle biliyorsunuz stres anında kadınlar, bebeği olan, emziren kadınlar sütten kesilebilir ya da regl olma artabilir. Bu yüzden, kadınlar için kadın pedi, çocuklar için mama ve çocuk bezleri elzem. Bunları bazen es geçiyoruz. Hava soğuk, üşüyoruz, battaniye ve ısıtıcı hemen aklımıza gelen şeyler olabiliyor ama işte bunları es geçebiliyoruz. Çünkü hele bir de toplu yaşam alanlarını düşündüğümüzde bu hijyenik malzemelerin çok önem kazandığını biliyoruz, onları tedarik edip olabildiğince göndermeye çalışıyoruz. Hem Diyarbakır'da hem de çevre illere göndermeye çalışıyoruz.

Şu an Adıyaman merkezde bir çadır kurduk. Hem biz hem de Urfa Tabip Odası birlikte kurduk. Orada daha çok sağlık hizmetleri yürütülüyor. Hani TTB merkez ve ses merkez de oradalar, ama Adıyaman bize yakın olduğu için en azından oraya daha rahat ulaşabiliyoruz. Bizim çadırlarımız var, ama mobil sağlık hizmeti de sunabilmek için belki karavan olabilirse…

G.E.: Karavanın herhangi bir özelliğini belirtmek ister misiniz? 

E.T.: Karavan hem bir yandan gezebileceğimiz, bölgeyi dolaşabileceğimiz için hem içinde kalınabileceği için, tuvalet de içinde oluyor genelde karavanların, öyle olunca daha rahat da olur. Çünkü aileye verebileceğimiz çadırı ekstra biz kullanmayalım diye de karavan. Bir de ilk kaotik halde de bunları da düşünmek gerekiyor, belki sivil toplumun da şöyle bir şeyi var. Çok yönlü düşünebiliyoruz her şeyi, bu yüzden de karavan olursa en azından gezebilme imkanı da olur. Ama olmazsa da tabii biz çadırımızı kurduk. Orada hizmetimizi sunmaya devam ediyoruz, edeceğiz. Asıl bize bundan sonra daha çok ihtiyaç düşüyor. Çünkü ilk üç gün, ilk bir hafta biraz daha acil durumlara müdahale üzerinden gidiyoruz, ama ilk on günden sonra asıl koruyucu sağlık hizmetleri, depremzedelerin nereye yerleşeceği, bunlar hepsi çok önemli. Biliyorsunuz artık dört beşinci günden sonra salgın hastalıkların başlama riski de artıyor, oradaki hijyen ortamı yeterince sağlanmazsa evde çöplerin toplanmasına kadar her şeyi düşünmek gerekiyor ve işte bu yüzden diyoruz koordineli gidelim diye. Maalesef, keşke olmasaydı, ama bizim TTB olarak da yerelde tabip odaları olarak da hafızamız var. Bu konularla ilgili bilgi birikimimiz var. Keşke böyle şeyleri yaşamıyor olsaydık ama işte bizim olağan dışı durumlar için sağlık hizmetleri kolumuz var o kol üzerinden çalışmalarımızı yürütüyoruz. Yani bu yüzden tekrar çağrı yapalım; bizim derdimiz insanların yaşamı. Biz yaşam kurtarmak istiyoruz, olabildiğince insanların kaliteli bir yaşam sürdürmesi de önemli, depremden sağ kurtulduktan sonra da. Bu yüzden koordineli gidelim, çünkü bu işi muhataplarıyla yürütmek gerekiyor. Israrla diyoruz ki en azından çözüm önerilerimiz dikkate alınsın. 

G.E.: Evet. Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası'nın internet sitesinde bağışlar konusunda açıklama var. Aynı zamanda yine o sitede bölgenin malzeme ihtiyaçlarına ilişkin liste var. Bilmiyorum sizin internet sitenizde de aynı bilgiler olsa gerek…  

E.Tu.: Evet, biz de paylaştık. Acil ihtiyaçları, işte nasıl yapacağımız ve nereye bırakılacağımız konusunda da kendi sosyal medya hesaplarımızdan paylaştık. 

G.E.: Evet. Emel son sözleri sana bırakmak istiyorum, bölgedeki izlenimlerinden hareketle önemli şeyler söyledin. Evet, buyur lütfen, son iki dakikadayız. 

E.K.: Son iki dakika. Şu anda bir akut dönemdeyiz. Maalesef uzayan bir akut dönemdeyiz. Çünkü ilk yirmi dört, kırk sekiz, o işte üçüncü gün, dördüncü gün iyi kotaramadık. Kamu idaresi ne yazık ki, çok acı ki sınıfta kaldı. Önümüzde uzun vadeli iş, idareyi bu şekilde yeniden tertip etmemizdir. Burada şu anda erken değil bence bunu konuşmak için, hep konuştuğumuz bir şey. Ademi merkeziyetçi kamu idaresinin hayatiyetini gördük bir kere daha. İkincisi, biraz uzamış akut dönemin ertesinde kısa, orta, uzun vadedeki her türlü planlama, yeniden inşa, insanların yeniden hayata tutunmasına dair her türlü kamusal politika ve bu politika araçları olan projelerin değerlendirilmesi planlanmasında depreme kadar yapılmamış olan katılımcılık, katılımcılık derken de kurallarını idarenin belirlediği yüz görümlüğü bir katılımdan bahsetmiyorum. Tarafların kendi talepleri, çıkarları ve ortaya koyabilecekleri kaynaklarıyla birlikte müdahil olabilecekleri, sorumluluğun, yetkinin inisiyatifin paylaşılarak ilerleyeceği bir süreçle ilerlemeli. Bugünden sonrasını bu dağınıklıkla, bu koordinasyonsuzlukta ve kamu idaresinin bu, ne diyelim, bu dağınıklığında bu beceriksizliğinde yürütemeyiz. Evet. Hızla, hemen şehirleri inşa ediyoruz falan gibi alelacele, ezber, acul bir şey bizi sağaltmayacak, önümüzü açmayacak. Bu bakımdan Kamu İdaresi reformundan sivil toplumun güçlendirilmesini, daha spesifik olarak kentsel yönetime, imar politikalarına, kentsel bölgesel ölçekte bütün bunlara serin kanlı, insanların hayatını olabildiğince hızla daha iyi koşullara kavuştururken bu diğer işleri aceleye getirmeyen bir yaklaşım için zorlamamız lazım. Bir notum daha var iki dakika onu da söyleyeyim. Bu yıkımın boyutları, bu yıkım yapısal bir şey. Bina yapısından öte kamu idaremizin yapılanması açısından da bir yıkımın teşhir olduğu bir şey. Yıkımın boyutları bizi bu halimizle aşıyor. Arama kurtarma sürecinde gördüğümüz uluslararası yardımlaşma ve dayanışmanın faydasını ve bunun kabulünün bundan sonraki dönemde de devam ettirilmesi lazım. Bu bakımdan uluslararası alanında tecrübeli, muteber, güvenilir her türlü insani yardıma, rehabilitasyon kurumuna, kuruluşuna, sivil toplum örgütlerine de izin verilmesi lazım. Sahada çalışmaları için. Bu izni bekliyor bu kurumlar ve bu izni verme yetkisi kamu idaresinin, merkezi idarenin elinde. Bu iznin bir an evvel verilmesi toplumumuzun faydasına, kamu yararınadır. İdare bu izni vermek durumunda. 

G.E.: Evet. Çok çok teşekkürler Emel Kurma. Arkadaşlar aslında konuşacağımız çok konu var. Bunu bir başka programa bırakmak zorundayız. Sizlere çok teşekkür ederiz. Sağ olun, var olun ve kolaylıklar diliyoruz. Evet bugün Altın Saatler, deprem özel yayınında önce Mehmet Kaya'yı dinledik, Diyarbakır ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı. Doktor Elif Turan, Diyarbakır Tabip Odası Başkanı bizimle birlikteydi. Yazar Nurcan Baysal ve Yurttaşlık Derneği koordinatörü Emel Kurma da kendi gözlemlerini düşüncelerini aktardılar.